İstanbul.. Der-i saadet, tarihi yarımada, Yeditepeli şehir… Var olduğu ilk günden beri güzelliklerin sultanı, ilham kaynağı aşk ve âşıklar şehri…
Bir vapur düdüğü, bir martı sesi ve beraberinde gelen ayrılıklar, kavuşmalar, özlem ve umutlar ya da başları öne eğilmiş mahzun insanlar…
Bazen Nedim’e bazen Yahya Kemal’e bazen de Veysel’in kalemine ilham vermiş bu şehrin adına neler yazılmamış ki…
Bu eşsiz şehrin hayranlığı esasen Osmanlı Devleti’nin kurulması ile başlamış, İmparatorluk döneminde başkent oluşuyla zirveye ulaşmıştır. Osman Gazi Han şöyle seslenir soyundan geleceklere:
Ertuğrul oğlusun
Oğuz Karahan neslisin
Hakk’ın bir kemter kulusun
İstanbul’u aç gülzâr yap
Adını belki de çok az duyduğumuz Kamanalı Avni de Şehr-i âzam kim binâsı gerçi mâ u tıyndedür. (Cennet onun ya üstünde ya da altındadır.) diye bahseder.
Nedim ise tam bir İstanbul şairidir. Yahya Kemal ise kimi zaman Süleymaniye’de Bayram Sabahını kimi zaman ise bir akşam manzarasın bu güzel şehirden ilham alarak yazmıştır.
Yakın dönem şiirimizin mihenk taşlarından Orhan Veli ise kahvehaneleri, patikalı sokakları, iskeleleri, balıkçıları adeta yaşatırmışçasına bir bir işler şiirlerinde.
Kısacası o İstanbul ki Türk edebiyatının her döneminde sanata açılan farklı bir pencere. Yüzyıllar değişse de esrarı değişmeyen aynı zarafetle daha nice sanatçıya ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
Ve şimdi gözlerimi kapatıp seni dinliyorum yedi tepe. Ömrüm oldukça gönül tahtıma kurul, sade bir semtini sevmek bir ömre değer belki de.
Kübra YILMAZ
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Şu an herhangi bir yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misiniz?