“…Ne menem bir şey olmalı ki şu aşk denen illet, cehenneme dönüşüverdi birden bir cennet’’ demiş Shakespeare, “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nda. Bizim edebiyatımızda aşka bakış açısını zihnimde kurcalarken karşılaştığım ve ilgimi çeken bir düşünce olarak dikkatimi çekti.
Peki, aşk kavramı bizim edebiyatımızda nasıl karşılık buluyordu? Kimimizin hayatında çok denk gelmeyecek bir şekilde üç büyük şairin kendisine en güzel şiirler yazdıran şahsiyetin kişiliğini, alışkanlıklarını hep merak etmişimdir. Bahsi geçen kişi: Tomris Uyar… Çoğumuz onun şairliğini bilmezken o, ona yazılanlar ile zihnimize kazındı. Onun aşkları arasında en şanslı sayabileceğimiz isim Turgut Uyar, çok sevdiği eşi onu tekrar yazmaya yöneltmiş ve o da biricik olarak gördüğü eşine sevgisini dizeleriyle canlı tutmuştur:
“…Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.”
Gerçekten Türk edebiyatında aşklar böyle mi yaşanıyor diye düşünmeden edemiyordu insan. Tomris ise böyle anlatırdı Turgut Uyar'ı; "Turgut, her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak; ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım."
Tomris’e âşık olan bir diğer isim ise Cemal Süreya idi. Tanıştıkları dönemde birbirleri için eşlerinden boşanmışlardı. Cemal Süreya ise hayatının aşkına şu dizelerle duygularını ifade etme gereksinimi duyuyordu:
“Daha nen olayım isterdin
Onursuzunum senin!”
Tomris ise şöyle anlatmıştı Cemal'le olan aşkını: ''Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı. Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikâyen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak” dedi ve doğrusu hiç yazmadı. Cemal Süreya’nın “onursuzunum” sözü aşkın ne denli yüksek yaşandığının farklı bir boyutuydu.
Edip Cansever, her yıl Mart’ın 15’inde yani Tomris’in doğum gününde ona olan sevdasını yineliyor ve aşkı bir kez daha yüksek seviyelere çıkarıyordu şu sözleriyle:
“Tomris rakıyı çok severdi, bense onu…’’ yazmıştı Tomris ile baş başa oturdukları rakı masasındaki peçeteye. Aşkın bu denli zirvede yaşandığı dönemleri gördü bizim edebiyatımız.
Gerçekten aşk Turgutları yazmaya şevk edecek kadar, Cemalleri kapı önlerinde bekletip onursuzlaştıracak kadar, Edipleri sevdiği insana yakın olabilmek için fazla şiir yazmaktan öldürecek kadar güçlü müydü?
İnsanın böyle aşkları görüp şairin de dediği gibi “sevdiğinin dişine zar, boynuna ter olası” geliyor.
Hacı Uğur KILDACI
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Şu an herhangi bir yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misiniz?