Sanatın Gerçek Hayatla İlişkisi
İnsan yaşantısı, bütün karmaşıklığı içinde sanatsal yaşamın en verimli nesnesidir. Geçtiğimiz günlerde bir yazarımızın romanı gündeme gelmiştir. Yaşadığı bir ilişkiyi anlatıyormuş. O kısım, çok da önemli değil, ama edebiyat camiası birbirine girmiş. Aman efendim adam her şeyi anlatmış, nasıl anlatmış? Özel hayatlara saygı gerekirmiş, falan…
Bir yazarın en iyi sanatsal bilgi nesnesi yaşantısıdır. Bundan yola çıkması, gayet anlaşılır bir durumdur. Camianın böyle şeylerle alakadar olmadığı için ilişkinin diğer tarafını koruma güdüsüyle bir sürü saçmalık vardı. Halbuki, biraz yaptıkları iş üzerine etik sahibi olsalardı, yazarın eserini de eleştiri sürecinde değerlendirirlerdi. Başka bir deyişle yazarın sanatsal yaşantısını eleştirirlerdi. Yapamazlardı çünkü onlar sanatsal yaşamdan çok uzaktalar. Daha doğrusu, sanatsal yaşamlarını köreltmişler.
Gerçek yaşam ile sanatsal yaşam bağımlı bir ilişki içerisindedirler. Bu yüzden yazarın yaşadığını anlatmış diye eleştirilmesi haksızdır ama eser eleştirilebilir. Edebiyat eleştirisi buna açıktır.
Örneğin; bir tiyatrocunun sahnede yaşadığı, bir sanatsal yaşantıdır. Sahne dışında yaşadığı ise gerçek yaşamdır. Buna dayanaraktan hayata baktığımızda artık sanatsal gerçeklik namına hiçbir şey kalmadı, nedeni ise düşünemediğimiz kadar çoktur.
Yaşadığımız hayatın gerçekleri, sanatsal gerçekliği köreltiyor. Bu yüzden insanlar da gerçek hayattaki tiyatrocular gibi biraz olsun rol yapsalar sanatsal yaşamı köreltmemiş olurlar.
Anıl AKKUŞ
Görsel Sanatlar Öğretmeni
Şu an herhangi bir yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misiniz?