Paylaşmak denince akla gelen ilk şey; bizde olanı başkasına vermek onu bölüşmektir.Bu sebeple paylaşma aynı zamanda yardımlaşmanın önemli bir parçasıdır. Bizde güzel etkiler bırakan altını çizdiğimiz en sevdiğimiz kitabı paylaşırız bazen bir dostumuzla, sıra arkadaşımızla kalemimizi, silgimizi, beslenmemizi, bir simidi martıyla paylaşırız, sevgimizi paylaşırız sevdiklerimizle, üzüntümüz, mutluluğumuz olur bazense paylaşılan…
Kısacası hayatın her anında ve saniyesinde diğer insanlarla etkileşimde bulunarak paylaşımda bulunabiliriz.
Peki paylaşmak önemli bir değerler eğitimi kavramıyken, bir erdemken bizler paylaşma konusunda gerekli hassasiyeti gösterebiliyor, öğrencilerimize, çocuklarımıza ya da arkadaşlarımıza güzel bir rol model olabiliyor muyuz? Kaçımız bu konuyla ilgili öz eleştiri yapabiliyoruz? Sahi en son ne zaman paylaştınız ekmeğinizi bir fakirle, zamanınızı ne zaman paylaştınız sevdiklerinize? Bölüşmenin, bölüştükçe çoğalmanın hazzını ne zaman yaşadınız?
Hayatı tek başımıza mı yaşıyoruz? Elbette hayır. Her birimiz ailemizin, toplumun parçalarından biriyiz. Hayat bir zincirse biz de bu zincirin kopmaması gereken birbirine bağlı halkalarıyız. Bize düşen bu zincirin halkaları zayıfladığında umursamaz olmak değil, zayıflayan halkaları el birliğiyle güçlendirmektir.
Özellikle çocuklar biz yetişkinlerden daha saf, daha çıkarsız paylaşmanın hazzını yaşıyorlar.
Paylaşma konusu ile ilgili yüreğinize dokunacak bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.
“ Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu. Öğretmeni, onun bu halini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?
Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya...
- Evet, ne olmuş Ahmet'e?
- Durumları pekiyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
- Eee?
- Ona yârdim etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?
Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü.
Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna
rağmen yârdim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.
Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.
Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.
Nurhan Öğretmen, Ali'ye döndü:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir iş adamı...
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için...
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardim
edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
- Neden olmaz?
- Üç sebepten dolayı olmaz.
Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit
satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.
İkincisi: 'Ağaç yas iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum. Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir iş adamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük iş adamı olamazlar.
Nurhan Öğretmen, karşısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor.
Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?
Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı.
Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SİMİT
paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.
Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı... Ağladı... Ağladı.
Kendine geldiğinde akşam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk simit paraları ile cenneti satın almak' diye
Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti"...
Yazıma Necip Fazıl Kısakürek’in paylaşmanın önemini anlatan şu sözüyle son vermek istiyorum:
Eğer paylaşmayı bilirseniz, ekmeği paylaşmak, ekmekten daha lezzetlidir.
Ahmet Kürşat SOY
Şu an herhangi bir yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misiniz?