Hayat bir koşuşturma ve içinde bazı özel anlar var ki hayatı anlamlı kılan. İşte bu özel anların toplamı hayat dediğimiz bu oyun.
Okulu yeni bitirmiş, hemen hayata atılma kaygısıyla dalından kopmuş bir yaprak gibi ordan oraya savrulurken bir devlet lisesinde öğretmenliğe başlamıştım. Ne kadar güzeldi öğretmen olmak, kendinden küçük insanların hayatına dokunmak. Bildiklerini paylaşmak, paylaştıkça dolmak.
İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde ilk öğretmenlik hayatına başladığım okul, orta halli ya da orta halin altında ekonomik gelirleri olan ailelerin çocuklarının okuduğu bir okuldu. Ne içten, ne güzel çocuklardı… Birbirimizin hayatına ne güzel değmiştik. Sınıflar kalabalıktı, kızların saçları örgülü, erkeklerin kravatları sonuna kadar bağlıydı. Sıralarda 3 kişi oturuyorlardı. Zor şartlarda eğitim görüyorlardı, çok geniş imkanlara sahip değillerdi. İçlerinde çok özel öğrenciler vardı. O kalabalık sınıflarda o öğrencileri keşfetmek hiçte kolay değildi.
Benim anlatacağım bu hikaye işte bu özel öğrencilerden, keşfedilmeyi bekleyen öğrencilerden Feride’nin hikayesi. Feride’nin kelime anlamı eşi benzeri olmayan demek ya işte benim tanıdığım Feride de ismiyle bir o kadar uyumluydu.
Feride kalabalık öğrencilerin içinde kaybolanlardandı. 11. sınıf öğrencisiydi, dersleri çok iyi değildi. Feride’yi fark etmem annesini yeni kaybettiğini öğrenince oldu. Kalabalık bir ailenin büyük kızıydı Feride. Babasının yükünü paylaşmış kardeşlerine annelik yapmaya başlamıştı. Tabi bu büyük sorumluluğu üstlendiği içinde birden büyümüştü Feride… Okulu da bir kaçış gibi görüyor, okulda küçük bir kız çocuğu evde ise küçük anne rollerini üstleniyordu.
Feride hakkında bunları duyunca daha fazla ilgilenmeye başladım Feride’yle. Ama Feride iletişime kapalıydı. Sadece dinliyor cevap vermiyordu. Ben yardım etmek istiyordum, elimden ne gelebilirdi ne yapabilirdim?
Bir gün sınıfa girerken Feride’nin kitap okuduğunu gördüm. Feride’ye buradan ulaşabilirdim. Hemen ilk olarak O’na Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu kitabını ve Peyami Safa’nın Fatih Harbiye kitaplarını hediye ettim. Okuduktan sonra üzerinde konuşalım dedim, ama nafile Feride benimle yine iletişim kurmadı. Kitapları aldı elimden ve sırasına geri oturdu.
Günler böyle geçti. Ben yılmadan Feride’ye kitap götürmeye devam ettim. Tek bir cümle duymak istiyordum ondan ama o bana sesli hiçbir cümle kurmadı. Kahverengi gözleriyle konuşuyordu sadece benimle. Sevilmeye, başının okşanmasına ne kadar çok ihtiyacı vardı. Gözlerindeki ışıltı arttıkça ben daha çok onun yanında olduğumu hissettirmeye çalışıyordum.
Bir gün ben telaşlı telaşlı okul merdivenlerinden çıkarken ki sonradan öğrendim o gün öğretmenler günüymüş, arkamdan birinin beni önlüğümden çektiğini hissettim. Arkamı bir döndüm ki Feride. Yine tek bir cümle kurmadan elime küçük bir poşet tutuşturdu ve hızlıca gitti. Ben arkasından seslendim ama bakmadı bile.
Öğretmenler odasına çıktım büyük bir heyecanla poşeti açtım hediye paketi çıktı. O paketi de hızlıca açtım ve içinden bir şişe limon kolonyası çıktı. Hayatımda bir şişe limon kolonyasının beni bu kadar etkileyeceğini hiç aklıma gelmezdi. Gözlerim doldu, meğer ben Feride’ye ulaşmışım O’nun yaşamına değmişim. Hayatımda aldığım en güzel hediyeydi bu kolonya şişesi.
Pahalı, süslü bir hediye değildi. Ama Feride’nin yüreğinden kopmuş bu şişeye dolmuştu. Ne kadar samimi, içten bir hediyeydi. Hangi öğretmen benim kadar şanslı olabilirdi? Bu kadar anlam dolu bir hediyeye sahip olduğum için çok şanslıydım.
Öğretmenlik deniz yıldızı hikayesi gibiydi. Belki tüm yıldızları toplayamazdık ama bir tanesini de kurtarsak insanlığa yardımımız olacaktı. Dünya da izleyici değil oyuncu olmak gerekiyordu. Hareket etmek, yardımcı olmak birinin elinden tutmak sadece yaptığımız meslekte değil tüm yaşantımızda hayat felsefemiz olmalı.
Ben ne zaman limon kolonyası görsem aklıma Feride gelir. Keşfedilmeyi, elinden tutulmayı bekleyen çok Ferideler var. Daha yapacak çok işimiz var…