İletişimin Latince karşılığı ‘’Communico’’ kelimesidir ve ‘paylaşma, ortaklaşma’ anlamına gelmektedir. İletişimin gerçekleşmesi için bir mesaj, bu mesajı gönderecek bir kaynak ve bu kaynağın ise geri bildirimi olmalıdır. Ancak o zaman sağlıklı bir iletişim gerçekleşmiş olur.
İnsanlık var olduğundan beri iletişim de vardır. Sadece zaman içerisinde iletişimin teknikleri değişmiş ve gelişmiştir. İlk çağlarda mağara duvarlarına taşlarla çizilen şekiller de birer iletişim örneği, günümüzde dünyanın bir ucuyla görüntülü olarak görüşebilmemizde. İletişimin iki şekli vardır: Kişisel iletişim ve kişilerarası iletişim.
Kişisel iletişim, insanın kendi kendisiyle iletişim kurması, çözüme ulaşmak için kendisine mantıklı sorular sorması ve doğru kararlar verebilmek için iç sesine kulak vermesini ifade etmektedir.
Kişilerarası iletişim, kaynağın başka alıcının başka biri olduğu iletişim çeşididir. Sözlü ya da sözsüz olarak gerçekleştirilebilir. Sözlü iletişimde konuşan aktarmak istediği bilgiyi net bir şekilde ifade edebilmeli, dinleyicide karşı tarafın ne söylemek istediğini tam olarak anlamak için dikkatini vermelidir. Sözsüz iletişimde sözler yerine gözler, jest, mimik, kılık kıyafet, alan yani aradaki mesafe, temas ve hareketler kullanılmaktadır.
Her sabah gözümüzü açar açmaz ilk kendimizle iletişim kurarak güne başlarız. Kendimizi nasıl hissediyoruz, neler yapacağız, nasıl yapacağız hepsini bedenimizden gelen mesajlara bakıp yeni güne başlarız. Daha sonra da gün içinde pek çok insanla iletişim kurarız. İletişim insan hayatının olmazsa olmazlarından biridir. İletişim duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla aktarılmasıdır. İletişimde amaç anlamak ve anlaşılmaktır. Her insan anlaşılmak ister. Ancak hiç kimse karşısındakinin de bunu istediğini düşünemez. Böyle olunca da sürekli kendisini anlatmaya çalışır, anlatamadığını ya da anlaşılmadığını fark ettikçe gerilir; gerildikçe duygular, düşünceler birbirine karışır ve içinden çıkılmaz bir hal alır. Aslında durum tam da Mevlana’nın da dediği gibidir:‘’Ne kadar bilirsen bil, anlattığın karşındakinin anladığı kadardır.’’ Aslında ne yaparsanız yapın karşınızdaki kişinin kafasında kalıp yargılar varsa ve sizi dikkatlice dinlemiyor ise çabanız boşunadır.Çünkü iletişim olayı karşıdaki insanın sizi anlayabildiği oranda sağlıklı bir şekilde sağlanır.
Oysa karşımızdakinin de sadece anlaşılmak istediğini düşünsek ve sakin bir şekilde istediklerimizi anlatsak sonrasında durup beklesek dikkatli bir şekilde dinlesek iletişim kurmak o kadar da zor bir şeye dönüşmeyecek. Karşımızdakinin bizi anlamadığını düşünüyoruz hep bundan şikayetçi oluyoruz. Peki ya aslında biz anlatamıyorsak? Derdimizi anlatmaya çalışırken kullandığımız ifadeleri biraz değiştirmek aslında pek çok sorunun çözümü olabilir. Duygularımızı, düşüncelerimizi, yaşadığımız olayların bizi nasıl etkilediğini; karşımızdakini suçlamadan, yargılamadan sadece kendi açımızdan hissettiklerimizi paylaştığımızda iletişim kurmak kolaylaşacaktır. İletişim sırasında kişi suçlandığını, yargılandığını ya da eleştirildiğini hissettiğinde savunmaya geçer.İletişimin en sağlıklı şekli,söylenmek isteneni imalarda bulunmadan, karşıdakinin kişiliğine saldırmadan, kendi açısından canını sıkanın ne olduğunu anlatarak kurulan,doğrudan, net ve dürüst iletişimdir. İletişimde birbirini anlamayan insanlara örnek olarak Can Yücel’ in dizeleri verilebilir.
En uzak mesafe ne Afrika’dır
Ne Çin, ne Hindistan
Ne seyyareler
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan
En uzak mesafe
İki kafa arasındaki mesafedir
Birbirini anlamayan….
Can YÜCEL
Felsefe Grubu Öğretmeni
Gülçin ÖZİZMİRLİLER
Şu an herhangi bir yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misiniz?