1887'de iki Amerikalı fizikçi Albert Michelson ve Edward Morley, ışık hızını aşmanın ve bu hıza ulaşan uzay adamlarının başlarına gelebilecek durumlarla ilgili çalışmalar başlatmışlardı...
Ohio'da dünyanın bir durağan esir içerisinden geçiş hızını ölçmek için bir deney yaptılar. Onlara göre, ışık dalgalarının esir içinde, dünyanın uzaydaki hareketi yüzünden, "dünyanın esir içindeki hareketi yönünde" ondan uzaklaşırken ulaştığı hızdan kuşkusuz biraz daha yavaş yol alması gerekiyordu. Işığın hızı, dünyanın hareketi ne yönde olursa olsun 299.792 km yol aldığını bulmuşlardır. Sorun, yalnız esir diye bir şeyin olmaması değildi; başka bir sorun daha vardı. Işık böyle anlaşılmaz davranıyorsa, bunun sonuçları neler olabilirdi? Einstein bu soruya 1905'te "özel görelilik" kuramı ile yanıt vermiştir. Eğer ışık, onun kaynağına doğru gitseniz de, ondan uzaklaşsanız da hep aynı hızla yol alıyorsa, o zaman çok yüksek hızlarda saatinizin yavaşlayıp durması gerekiyor. “İkiz Paradoksu” denilen bu durum, Einstein’in ortaya attığı özel görelilik kuramının en ilginç yönüdür (Berry, 1989). İkiz paradoksu, bir ikizin yer aldığı düşünce deneyidir. Saatlerini ayarlarlar ve biri evde kalırken, öteki de bir uzay aracına binip uzun bir geziye çıkar. Uzayda gezintiye çıkan, geri döndüğünde saatlerini karşılaştırırlar. Özel görelilik kuramına göre, gezintiye çıkanın saati daha erken bir zamanı gösterecektir. Diğer bir deyişle, uzay aracındaki zaman dünyadaki zamandan biraz daha yavaş ilerleyecektir. Gezi, güneş sistemi ile sınırlı kaldığı ve görece düşük hızlarla yapıldığı ölçüde bu zaman farkı önemsiz olacaktır. Fakat çok uzak mesafeler ve "ışık hızına" yakın hızlar söz konusu olduğunda "zaman aralığı" denen bu fark insanı büyüleyebilmektedir. Günün birinde bir uzay aracının ışık hızının ötesinde bir hıza ulaşmasını sağlayacak bir yol bulunabilir. Bu, galaksideki öteki yıldızlara, hatta belki de başka galaksilere yolculuğu olanaklı kılabilir. Dolayısıyla ikiz Paradoksu "salon oyunu"ndan öte bir şeydir. Bir hesaplamayla bu durumu açıklığa kavuşturmakta yarar vardır. Bir uzay adamı iki milyon ışık yılı ötede Andromeda'daki büyük sarmal galaksiye gitmek üzere dünyadan yola çıkıyor, giderken de ışık hızının % 99.9999...'undan daha büyük bir seyir hızına ulaşıyor. Gemi o kadar büyük bir hazla yol alacaktır ki, uzay adamı yolculuk sırasında ancak 5 yıl yaşlanır. Fakat dönünce dünyada 4 milyon yıl geçtiğini görebilecektir (Berry, 1998). Bütün bunların cevapları, insan zihninin zenginliklerinin hareket, davranış ve yer değiştirme becerisine göre çok daha yüce, muazzam ve karmaşık oluşunda yatmaktadır. Yani kişinin zihinsel süreçlerinin işleme ve algılama biçimleri, yaşanılan "an" lara gidilmesi ve onların tekrar hayali yaşanmasıdır. Kişi gitmediği ve görmediği bir yeri ancak iletişim ve gözlem araçlarından elde ettiği bilgiler kadarıyla algılayabilmektedir. Gidip görülen ya da yaşanılan bir yer olsaydı "hadi bakalım oraya bir gidelim" demekle zihinsel süreçlerimizi faaliyete geçirerek gidip gelinmesi “an” lık bir durum olabilmektedir. Yaşanılan bir olayın anımsanması da bu şekilde açıklanabilir. İnsan, milyon yıl ötelere de gitmiş olsa, yaşamış olduğu bir olayı anımsaması ve onu zihinde tekrar canlandırması için milyon yıllara gerek olmadığı bir gerçektir. Dolayısıyla zamanın algısal boyutu ve göreceli olması, çizilmiş olan zamanımızın boyutlarını aşmakta ve zihinsel hareket alanımızı geniş tutabilmektedir.
Aydın BAK
Fizik Öğretmeni
Halkalı Kampüsü
Şu an herhangi bir yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misiniz?