Edison’un öğretmeninin, Edison’un annesine yazdığı mektubu hepiniz biliyorsunuzdur. Edison’un hiçbir şey öğrenemediğinden ve artık okula gelmesini istemediğinden bahseden bir mektup.
Şöyle düşünelim, gün boyu sizi bir okula götürüyorlar ve yemek yemeyi sil baştan öğreniyorsunuz. Kaşık tutmayı, sürahiden bardağa su doldurmayı, kaşığı ağzınıza götürmeyi, ağzınızdakini çiğnemeyi ve hatta yutmayı… Tam ‘Ama ben bunları biliyorum.’ diyecek oluyorsunuz ki susmanız ve daha gayretli olmanız için öğretmeninizden uyarı alıyorsunuz. Eve gittiğinizde aileniz heyecanla okulda ne yaptığınızı soruyor, ‘Hiç.’ diye kestirip atıyorsunuz. Sizler de ‘Bunlar zaten bildiğim şeyler, okul çok sıkıcı.’ diye düşünürsünüz değil mi?
Şimdi kendinizi 6 yaşındaki bir çocuğun yerine koymayı deneyin. Dikkat süreniz maksimum 30 dakika –ki o da ilginizi çeken bir konu olursa. Bizler ise ortalama 15-20 dakika dikkat süresi olan bir çocuğu saatlerce, sürekli bir bilgi akışına maruz bırakıyoruz. Yetişkinler bile bu duruma zor katlanırken çocukların durumunu düşünebiliyor musunuz? Sonrasında da ders çocuklar için ilgi çekici olmadığında onları etiketlemeye başlıyoruz. Hareketli, yaramaz, hiperaktif, dikkati dağınık…
İlkokul 1. sınıftan itibaren öğrendiğimiz bir konudur dengeli ve düzenli beslenme. ‘Her besin grubundan yemeli, tek yönlü beslenmemeliyiz.’ diye anlatılır hep. Sürekli karbonhidrat veya sürekli protein aldığımızda mide nasıl tepki gösteriyorsa, insan vücudunun en karmaşık yapısı olan beyin de tek yönlü öğrenmeye tepki gösteriyor.
Eğitim yöntem-teknikleri de aynı beslenme gibi; yeterli, dengeli, sağlıklı (nitelikli) ve en önemlisi de kişiye özel olmalıdır. Okumayı bilen bir çocuğa hecelemeyi, dört işlem yapabilen bir çocuğa ise sayıları öğretmek ne kadar doğru olabilir?
Olaya bir de şu gözle bakalım;
Günün en verimli saatlerinde okulda oluyorsunuz. Araştırıyor, merak ettiğiniz sorulara cevap buluyor ve sorgulamayı öğreniyorsunuz. Siz Dali’nin ‘’Eriyen Saatler’’ini incelerken bir diğer arkadaşınız Marie Curie’nin radyoaktivite ile ilgili çalışmalarını araştırıyor, bir başka arkadaşınız ise müzik aletleriyle iç içe zaman geçiriyor.
Hepimiz biliyoruz ki Platon’un bahsettiği ‘Altın Çocuklar’ aramızda. Bizler de Edison’un annesinin çocuğuna inandığı gibi çocuklarımıza inanalım. İhtiyaca uygun, bireyselleştirilmiş ve farklılaştırılmış eğitimin önemli bir gereksinim olduğunu göz ardı etmeyelim.
Balcının bal tası olur, oduncunun baltası. Bu örnekte olduğu gibi çocuklarımızın bize söyledikleri kulağa her ne kadar aynı gibi gelse de onlar başka dünyalardan gelen bambaşka anlamlar içerir. Ebeveyn olarak görevinizin burada bittiğini düşünüyorsanız, sizi biraz daha yoracağımızı belirtmek isterim çünkü çocuğunuz size balcının baltasından da bahsediyor olabilir veya tam tersi.
Kombinasyonlar kafanızı karıştırdı değil mi? Aslında yapılması gereken çok basit: Onların dünyalarına inebilmek ve onların penceresinden dünyaya bakabilmek. Boyunuz kadar çantayı taktığınızı düşünüp, birinci sınıftaki silginizin kokusunu içinizde hissettiyseniz doğru bir adım attınız demektir.
Cebinizde küçük bir taş olsa hissetmeyebilirsiniz ama o taş ayakkabınızın içinde olsa bırakın sizi, sizi izleyen biri bile yürüyüşünüzde bir farklılık olduğunu görecektir. Küçük bir dokunuş büyük izler bırakabilir. Yeter ki çocukların hayatlarını doğru yerden yakalayalım.
Melike DÖNMEZ
Sınıf Öğretmeni