Aşk her yüzyılda her edebiyatta şairlere ilham olan o eşsiz duygu. Bu eşsiz duyguya gelin bir de divan edebiyatının gözünden bakalım.
Divan şiirinde işlenen tüm konulara bakıldığında aşk konusu dikkat çekmektedir. Merkezde sadece o vardır. Aşk, klasik edebiyatımızın vazgeçilmez konusudur. Aşk temini ortadan kaldıracak olsak divan edebiyatı öksüz, kimsesiz kalır. Divan edebiyatında aşk acı ıstırap doludur. Divan edebiyatında aşk, çaresi bulunmayan bir hastalıktır fakat şairlerden bu acıyı çekmekten hoşnutturlar. Aksine bu aşk acısıyla beslenir şairler. 16. yüzyıl divan şairi Fuzuli’nin:
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır.”
sözleri bu konuda gösterilebilecek en büyük delil sanırım.
Beyitten anlaşılacağı üzere Fuzuli, içinde bulunduğu aşk derdinden şikayetçi olmak bir yana tam tersine bu derde sahip olduğu için çok mutludur. Yine Fuzuli bir başka beyitte:
“Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşna beni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni”
Allaha yalvarmaktadır. Her dem aşk belasıyla birlikte olabilmek için.
Divan edebiyatında aşk karşılıksızdır. Sevgili vefasız ve zalimdir. Aşık onu bir defa görebilmek için canını bile vermeye hazırdır. Bir de rakip vardır divan edebiyatında. Aşık bir de onunla yarışır. Paylaşamaz sevgiliyi. Sevgili ise ne aşığa ne de rakibe yüz vermez. Sevgilinin yüzü güldür. Boyu selviye benzetilir sevgilinin. Gözleri anlamlı bakışlarıyla aşığa bir şeyler anlatır. Bu anlatış bazen ok şeklinde aşığın gönlüne girip onu yaralar. Saçları simsiyah beli inceciktir sevgilinin. Saçları geceye ya da yılana benzetilir. Bu yüzden sevgiliye gece anlamına gelen “Leyla” adı verilir. Bu güzelliğin karşısında dayanamayan aşık çektiği aşk acısıyla övünür. En çok acı çeken aşkı en derinden yaşayan âşık kabul edilir. Tıpkı Fuzuli’nin gönlünden kopan şu beyitteki gibi:
“Mende Mecnun’dan füzun âşıklık istidadı var
Âşık-ı sadık menem Mecnun’un yalnız adı var”
Divan edebiyatı nazım biçimlerinin de konusu hep aşktır. Gazellerde sevgilinin güzelliğinden bahsedilirken; kasidelerde ise din ve devlet büyüklerine duyulan aşktan bahsedilir. Aşk ulaşılmazdır. Zira ulaşılırsa artık aşk olmaz. Âşık sevgilinin bir bakışı için canını vermeye hazırdır. Bülbül aşkı için kanını dökmemiş midir?
Siz gül ile bülbülün aşkını duydunuz mu? Duymadınız mı? Hadi bir de benden dinleyin o zaman.
Anadolu’da dilden dile dolaşan bir efsane vardır. “Eskiden gülün rengi kırmızı değil, beyazmış. Bu beyaz gonca gül kendisi için yanıp tutuşan bülbüle hiç yüz vermiyormuş ve her türlü cefayı reva gördüğü deli divane âşık bülbüle, o dillere destan yüzünü göstermekte direniyormuş. Bütün bir kışı sevgilisinin açtığı, ona yüzünü gösterdiği anı görebilmek ümidiyle geçiren bülbül, baharda gülün en üst dalına konup onun açacağı zamanı beklemeye başlamış. Ama gül inat edip, bir türlü açılmıyormuş. En sonunda zavallı bülbülü ağır bir uyku bastırmış. Dalıp da gülün açışını kaçırmamak için günlerce ve gecelerce büyük uğraşlar veren bülbül, daha fazla engel olamayıp dalın üzerinde uykuya dalıvermiş. Bir süre sonra uykusundan uyanıp gözünü açtığında gülün açıldığını, o dilleri kenetleyen, gözleri mühürleyen güzelliğini başka bir âşıkla paylaşmakta olduğunu görmüş. Öyle üzülmüş, öyle perişan olmuş ki, konduğu daldan kendini bırakıp büyük bir hızla düşmeye başlamış. Düşerken gülün dikenleri yırtmış, parçalamış tüm vücudunu ve kan revan içinde gülün dibine ulaşıp, oracıkta can vermiş. İşte rivayet odur ki; o günden sonra bütün güller bülbülün kanı nedeniyle kıpkırmızı açmaya başlamış.”
Sonuç olarak, Divan edebiyatında aşk, sevilenin (âşık olunanın) zalimliği ve acı çektirme isteği; seveninse (âşığın) bahtsızlığı ve acı çekmesi üzerine kurulmuştur. Bütün bunlar, sevenin sevdiğine kavuşmasına engeldir ve bu kavuşamama durumu, aşkı daha da yüceltmiştir.
Tuğba ARIKAYA
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Şu an herhangi bir yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misiniz?