Anadilimiz olduğu halde maalesef Türkçe’yi doğru kullanmıyoruz ve anlatım bozuklukları günlük yaşamımızda da sık sık yanlış anlaşılmalara neden olabiliyor.
Demek ki tüm felsefi problemleri dil çözümlemeleri ile aşabileceğini düşünen Wittgenstein çok da abartmamıştı!
Dil konusunda ne yazık ki gençlerimizin ve toplumumuzun en çok muhatap olduğu ve örnek aldığı alanlar, basın- yayın organları ve tabela yazımlarında da çokça hata karşımıza çıkıyor. En çok yapılan hatalar dahi anlamındaki de ekinin ayrı yazılmaması, “yanlış ve yalnız” kelimelerin yazımı hakkındaki karışıklık ve yabancı dillerden Türkçeye geçmiş olan kelimelerin yazımı ile ilgili… Bunlardan bazılarını sizlere göstermek istiyorum ve hepinizi bu konuda daha seçici ve dikkatli olmaya davet ediyorum.
Nasıl Yazmalıyım?
Yanlız değil yalnız, yalnış değil yanlış, çünki değil çünkü şarz değil şarj, herkez değil herkes, kurdela değil kurdele, meyva değil meyve, akedemi değil akademi, orjinal değil orijinal, traş değil tıraş yazmalısınız.
Dahi yani üsteleme anlamına gelen de’ler, da’lar ve ki’leri kullanıldıkları sözcükten bir boşluk bırakarak ayırmalı; örneğin “Ben de geleceğim “ yazmalısınız.
Soru ekleri de bağlı oldukları kelimeden bir boşlukla ayrılmalıdır. Örneğin “ Geleyim mi? “ yazmalısınız.
Dükkânınız, kediniz, köpeğiniz varsa “pasha” değil “paşa” ismini koymalısınız. Dilimizde “ç” ve “ş” gibi pek çok dilde olmayan özel sesler ve bunları karşılayan harfler bulunmakta. “Ş” harfini bir Batı özentiliği ile “sh” harfleri ile karşılamaya çalışmamalısınız.
Konuşmalarınızda sahil ve kıyı gibi aynı anlama gelecek kelimeleri, kesinlik ve ihtimal belirten hemen hemen ve her zaman gibi kelimeleri peş peşe kullanmamaya özen göstermelisiniz. Örneğin, hafta sonu sahil kıyısına gidemezsiniz. Çünkü deniz kıyısına, zaten sahil denmektedir. Ya da bir arkadaşınıza “ Hep hiçbir zaman getirmiyorsun defterini! “ demektense ,” Hep unutuyorsun” ya da “Hiçbir zaman getirmiyorsun” demek daha kolay, değil mi? Hem de doğru!
Düşüncelerimizi karşımızdakine yalın ve doğru bir biçimde aktarabilmeliyiz ki, sonrasında “söylediklerin ancak karşındakinin anladığı kadardır” düşüncesini savunabilelim.
Nihan BABAYEĞİT
Felsefe Grubu Öğretmeni