Türkçemizin Değeri
Türkçemiz; Türk yurdunun sınırları içinde ve uzak yakın coğrafyalarda yaşayan Türklerin konuştuğu dil; anadilimiz. Aynı topraklarda yanyana yaşadığımız veya çeşitli nedenlerle uzak düştüğümüz; aynıkandan, aynıcandan, aynı soydan ‘’bizimkiler’’in konuştuğu; kimileyin usul usul, kimileyin gürül gürül akan su sesi: Türkçemiz. Ne güzeldir onunla seslenmek birine; ne avutucudur onunla türküler söylemek; ağlamak, gülmek.
Dil ile dile getirdiklerimiz, getiremediklerimizden çoktur ve iyi ki öyledir. Dil içimizin kapısıdır; açar dışarı çıkarız. Dışarısı ile bir ve bütün oluruz. Dilimiz bizi ıssız mahzenlerde bir başına kalmaktan korur; çoğul kılar.
Duygular, düşünceler, tasarılar, iletiler hep dil ile ifade bulur. Nicekavram, sözcük kılığına bürünür, başka sözcüklerle el ele kol kola anlaşıp uyuşarak cümleye dönüşür; sesimizle, kalemimizle ötekine ulaşır. Böyle böyle anlaşır kaynaşırız. Hangi kadim tarihte, hangi ana-atamız başımızın üstündeki uçsuz bucaksız maviliğe ‘’gök’’ dedi; kalbimizi dolduran, baştan ayağa bizi ele geçirip gözlerimizi bir başkasına açan, bizi büyütüp olgunlaştıran o ulu duyguya ‘’aşk/sevi’’ adını verdi; bilmiyoruz. Bildiğimiz, geçen yüzyılların dilimizden hiçbir eksilti yapmadan geçip gittiği… Bir eski zamandan yepyeni zamanlara akıp gidiyor Türkçemiz. Arada altı yüz yıllık bir duralama yaşamış olsa da, halkımız elinden geleni yapıp eskimeye, çürümeye terketmedi öz dilini. Masallar ile deyişler, türküler, maniler ile var etti; bağrından ozanlar çıkartıp onların soluğuyla güçlendirdi. Okuryazar takımının dışladığı Türkçeyi halk, dilinden hiç düşürmedi o yüzyıllar süren unutkanlık süresince. Edebiyattan uzak tutup halk diline indirgediğimiz; yüz vermekten kaçındığımız dilimiz, dipdiri kalmıştı bıraktığımız yerde.
Dil elbette usta şair ve yazarların elinde bir çağlayana dönüşür. Günümüz edebiyatçıları da var güçleriyle yazmakta, büyütüp zenginleştirmekteler onu. Peki bize düşen ne; dilimizi nasıl koruyup kollayabiliriz? Yanıtı aslında hepimiz biliyoruz; severek. Seversek başka dillerin ha bire akın akın bize gönderdiği; telaffuzunda bile eğreti duran sözcükleri kullanmayı reddederiz. Dilimiz içinde var olan sözcükler yeter; biliriz. En fazla yeni kavramlara yeni karşılıklar arar;TDK sözlüklerinden yararlanırız. Sevdiğimiz yazarların söz dağarcığını benimser; kitap sayfalarından alır günlük yaşamın içinde kullanıma sokarız. Bilgisayar başında ya da cep telefonu yazışmalarında Türkçe kullandığımız için kendi başımızı okşarız; dünyanın en güzel dillerinden birini konuştuğumuz için gurur duyarız kendimizle.
Türkçe, birçoklarının sandığı gibi yoksul, kısır bir dil değildir. Kaldı ki bir dilin zenginliği, sözcük sayısı ile ölçülemez. Önemli olan, dilin çok sayıda sözcüğe sahip olması değil, bütün anlamları karşılayacak olanağa sahip olup olmadığıdır. Eğer Türkçe, söylendiği gibi yoksul bir dil olsaydı dünyanın en zengin dili olduğu söylenen İngilizce ile yazılmış kitapların hiçbiri Türkçeye çevrilemezdi. Dilimizle ilgili aşağılık kompleksimizden kurtulup, onu daha da zengin bir dil yapabilmenin yollarını aramalıyız.*
Anadilimiz, ona gösterdiğimiz sevgi ve özenle güçlenir; zenginleşir, yepyeni zamanlara ulaşır. Düşünsenize; beş yüzyıl sonra; 7017 yılında küçük bir çocuk, parmağını karanlık gökyüzüne kaldırıp ışıklı, yuvarlak bir cismi göstererek tertemiz Türkçesiyle annesine soruyor: ‘O ne?’ Annesi yanıt veriyor: ‘Ay dede yavrum'...
Dilimiz daim olsun!
Zuhal UĞUR
Türkçe Öğretmeni
Şu an herhangi bir yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misiniz?