Yaşamayı bilen insanlar bulundukları her andan keyif alabilendir.
Bunun için anın tadını çıkarabilmenin yanı sıra, anın nasıl tadı çıkar öncelikle bunu kavramak lazım diye düşünenlerdenim. Hayatın bize sunduğu bir çok fırsat var ya da kaçırdıklarımız. Peki ya bunu anlamak için neler yapmamız lazım, önceliğimiz bu olsa gerek. Hayatın akışında olumsuz bir çok durum varken öncelikle aldığımız nefesi, doğanın mükemmel döngüsünü anlamamız lazım gerek. Bu altın kuralı anlayabilip uygulayabildiğimizde ise bize sunulan harikanın farkına varabiliyoruz. Etrafınıza hiç daha önceden bakmadığınız gibi bakın, hissetmediğiniz gibi hissetmeye çalışın. Mesela bulutlara, bulutlar sonsuzdur ve hareket ederler. Aslında bilinçaltınızdır bulutlar, size hiç düşünmediğiniz şeyleri düşündürtürler, çocukken hiç yapmadınız mı yoksa? O saçma sapan bulduğunuz pamukçukları benzettiğiniz şekiller sizi çocukluğunuza götürmedi mi? Ya da ağaçlar, hiçbir ağaca şefkatle dokundunuz mu, sarıldınız mı onlara, toprağı hissettiniz mi? Yağmurdan sonra toprağın o eşsiz kokusunu bütün hücrelerinizde hissetmenin tadına vardınız mı? Güneşin ışık hüzmelerini ruhunuzda dolandırdınız mı? Dalgaların hırçınlığını hayata olan öfkenizle örtüşmediniz mi? Aldığınız her nefesi hücrelerinizde hissettiğinizde duyduğunuz hazzı başka bir zaman duydunuz mu? Kayan yıldızlara bakıp dilek tuttunuz mu yoksa onlar göktaşı mıydı ?Doğayı anlamak için öncelikle doğayı bilmek, tanımak gerek. Tanımak ise kendiliğinden olan bir şey değil. Doğayı anlamak doğanın döngüsünü bilmekten, hissetmekten geçer. Doğayı hissetmek içinse yaşadığınız her anı içinize sindirmelisiniz, doğayı tanımalısınız. Peki ya doğayı tanımak ne yapıyoruz? Bilgisayar ekranına kilitlendiğimiz anlarda mı yapıyoruz bunu? Sanal alemde gezinti yaparken, facebookta insanların gezdiği yerlere imrenirken mi? Öyle imrenmekle olmuyor bu işler, bize verilen her duyu doğayı daha iyi anlamamız için oysaki. Önce yaşadığımız yerden başlasak görmeye, dokunmaya, koklamaya ve hissetmeye işimiz daha da kolay olacak oysaki. Çocukluktan beri iyi işlere sahip olmamız gerektiği algısıyla yaşadığımız çevrenin farkına varamamışız. Güzeli ise hep uzaklarda aramışız,yıkıp geçmişiz hunharca. İşte tam burada benim algılarımı değiştiren şeydi coğrafya dersi. Üniversitede okuduğum yıllarda farkına varmamı sağladı. Sonrasında öğrendiğim o tekdüze bilgileri öğrencilerime aktardığım gibi, doğada yansımasını görmeye başladım yavaş yavaş. Doğanın her farklı algısında bize sunulan nimetlerin farkına varabildim ve tadını daha iyi çıkardım. Ne kadar verirsek doğaya bize o kadar çok verdiğini keşfettim. Gittiğim, gördüğüm gezdiğim her yerden, her andan daha fazla keyif aldığımı hissetmek beni sonsuz mutlu etti. Demem o ki eğer ki çevre algınızın daha yüksek olmasını istiyorsanız, çocuklarınızı daha duyarlı insanlar olarak yetiştirmek istiyorsanız öncelikle onlara doğayı sevdirmelisiniz. Bunu yaparken onlara anlatmalısınız, size anlatmasına müsaade etmelisiniz öğrendiklerini. Coğrafyayı bir ders olarak değil, hayatın bir parçası olarak görmesini sağlamayı hedef bilemelisiniz ki, size de anlatabilsin, siz de öğrenebilin. Bilgi paylaştıkça güzeldir. Ben hala daha öğrencilere bir şeyler verebiliyorsam, onlardan bir çok şeyi öğrenebildiğim içindir. Duyarlı nesiller yarattıkça yaşam alanımız genişleyecek ve doğa bizi bağrına basacak. Bu nedenle öncelikle yaşadığımız coğrafyaya, sonrasında ise dünyaya bakış açımızı ve algılarımızı değiştirip, genişletmeliyiz. O zaman hayat eminim ki bizim için daha yaşanılır ve daha berrak olacaktır, bunun içinse coğrafya bir farkındalıktır.
Coğrafya'yı sevin!
Eda KANDEMİR
Şu an herhangi bir yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misiniz?